Giriş
Cumhuriyet dönemi, Türkiye’nin ulus-devlet inşa sürecinde azınlık politikalarının büyük önem taşıdığı bir dönemdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde başlayan ulusal bağımsızlık hareketleri, Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte farklı bir boyut kazanmış ve azınlıklar konusunda yeni politikaların devreye girmesine neden olmuştur. Bu dönemde, azınlıklar özellikle dini ve etnik gruplar olarak tanımlanmış ve bu grupların devletle ilişkileri, hem iç politikada hem de uluslararası ilişkilerde önemli bir konu haline gelmiştir.
Lozan Antlaşması ve Azınlık Hakları
Cumhuriyet’in azınlık politikalarının temelini Lozan Antlaşması oluşturmaktadır. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan bu antlaşma, Türkiye’nin azınlıklarla ilgili politikalarında uluslararası bir referans noktası olmuştur. Lozan’da azınlıklarla ilgili maddeler, özellikle 37 ila 45. maddelerde yer almış ve bu maddeler azınlıklara dini, kültürel ve dilsel haklar tanımıştır. Antlaşmanın 42. maddesi, azınlıkların kendi dini liderleri tarafından aile hukuku ve kişisel statü konularında yargı yetkisine sahip olmasını öngörmüştür. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti yönetimi, bu maddenin çift hukukluluğa yol açacağı gerekçesiyle azınlıkların bu haklarından feragat etmelerini sağlamıştır.
Lozan Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden sonra devletin azınlıklarla ilişkilerindeki temel kaygı, bu grupların Türkiye’nin bağımsızlığına ve bütünlüğüne tehdit oluşturma potansiyelleriydi. Özellikle Rum Patrikhanesi’nin Osmanlı’nın son döneminde ve mütareke döneminde aldığı tavır, bu endişeleri güçlendiren bir faktör olmuştur. Devlet, azınlıkların dini ve kültürel kurumlarının siyasi birer araç haline gelmemesi için bu kurumların yetkilerini sınırlamaya çalışmıştır.
Hukuki Düzenlemeler
1924 Anayasası, Cumhuriyet’in ulus-devlet yapısını güçlendirmeye yönelik önemli adımlar atmış, vatandaşlık ve Türklük tanımları netleştirilmiştir. Anayasanın 88. maddesi, Türkiye’de yaşayan herkesin din ve ırk farkı gözetilmeksizin Türk kabul edildiğini belirtmiştir. Bu tanım, azınlıkları devletin eşit vatandaşları olarak kabul ederken, onların ayrıcalıklı statülerini de ortadan kaldırma amacını taşımaktaydı.
1926 yılında Medeni Kanun’un kabul edilmesiyle, azınlıkların kendi aile hukuklarını uygulama hakları ortadan kaldırıldı. Bu durum, azınlıkların dinî liderleri tarafından da kabul gördü ve Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar bu haklarından feragat ettiler. Böylece azınlıklar, aile hukuku başta olmak üzere Medeni Kanun’a tabi oldular.
Eğitim ve Azınlıklar
Cumhuriyet’in ilk yıllarında eğitimde birlik sağlamak amacıyla çıkarılan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” (1924), azınlık okullarını da kapsayacak şekilde uygulanmış, azınlık okullarında Türkçe’nin zorunlu ders olması kararlaştırılmıştır. Bu kanun, azınlıkların eğitim sistemine entegrasyonunu sağlamayı ve farklı etnik grupların aynı eğitim sistemi içinde birleşmesini hedeflemiştir. Özellikle Bozcaada ve Gökçeada’da uygulanan eğitim politikaları, bu adaların Rum halkını doğrudan etkilemiştir. 1927 yılında çıkarılan bir kanunla, bu adalarda Rum okullarının açılması kısıtlanmıştır.
1930’lu Yıllarda Azınlık Politikaları
1930’lu yıllarda Türkiye’nin azınlık politikaları, iç ve dış siyasi gelişmelerden etkilenerek daha korumacı ve kontrolcü bir hâl almıştır. 1934 Trakya Olayları, Yahudi toplumuna karşı gerçekleştirilen ayrımcı uygulamalarla dikkat çekmiş, Yahudiler üzerinde büyük bir baskı oluşturulmuştur. 1941 yılında, 20-40 yaş arasındaki gayrimüslim erkeklerin askere alınması olarak bilinen “Yirmi Kur’a Nafia Askerleri” uygulaması, azınlıklara yönelik güvensizliğin bir yansıması olmuştur.
Varlık Vergisi ve Azınlıklar
1942 yılında, azınlıklar üzerinde en büyük ekonomik baskıyı oluşturan uygulamalardan biri olan Varlık Vergisi hayata geçirilmiştir. Bu vergi, savaş şartları nedeniyle genel olarak toplumdan alınması gereken bir vergi olarak tanıtılmış olsa da, azınlıklara orantısız bir şekilde yüklenmiş ve bu grupların ekonomik gücünü önemli ölçüde zayıflatmıştır. Vergiyi ödeyemeyen azınlık mensupları için zorunlu çalışma kampları kurulmuş, bu da azınlıklarla devlet arasındaki ilişkileri ciddi şekilde germiştir.
Çok Partili Hayata Geçiş ve Azınlıklar
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, çok partili hayata geçiş ile birlikte Türkiye’nin azınlık politikalarında bir yumuşama gözlemlenmiştir. Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle birlikte azınlıklarla daha yakın ilişkiler kurulmaya çalışılmış, azınlıklar, DP’nin politikalarını desteklemiştir. Ancak Kıbrıs meselesi ve 6-7 Eylül 1955 Olayları gibi gelişmeler, azınlıklarla ilişkileri tekrar gergin bir noktaya getirmiştir. Bu dönemde özellikle Rumlara karşı ciddi bir baskı oluşmuş, birçok Rum Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmıştır.
Sonuç
Cumhuriyet dönemi boyunca Türkiye’nin azınlık politikaları, iç ve dış siyasi gelişmelere bağlı olarak şekillenmiş, farklı dönemlerde sert ve yumuşak uygulamalarla karşılaşılmıştır. Türkiye’nin azınlıklara dair uyguladığı politikaların temelinde, ulus-devlet inşa süreci ve ülke bütünlüğünü koruma çabası yatmaktadır. Lozan Antlaşması ile verilen haklar, zamanla ulusal bütünlük adına sınırlandırılmış, azınlıkların dini ve kültürel ayrıcalıkları kademeli olarak kaldırılmıştır
|